top of page

Öncelikle önemle belirtmem gereken şey şudur ki; bu yazıyı yazmamdaki amaç, spiritüel ego tuzağına düşmüş insanları yargılamak, insanların hatalarını parmakla gösterip onlara yanlış davranışlar sergilediklerini anlatmaya çalışmak değildir.


Yazının amacı bu olsaydı, bu durumda ben de deneyim çeşitliliği ve bilgi birikiminden dolayı, kendini başka insanlardan üstün görerek onları yargılama hakkını kendinde görmüş, kısacası spiritüel ego tuzağına düşmüş bir birey davranışı sergilemiş olurdum. Elimden geldiğince bu tuzağın farkında olarak yaşamaya çalışıyorum. Yazının içeriğinde bir yargı ya da ötekileştirme cümlesi fark ederseniz lütfen bunu paylaşmaktan çekinmeyiniz. Ben de bir insan olarak kendi gölgelerimi keşfetmeye ve kendimi tanımaya çalışıyorum.


Spiritüel ego ya da spiritüel ego tuzağı tamlamasını son zamanlarda çok sık duyar ve okur oldum. Bu, aslında belki de birçoğumuzun kendisinde ya da başkalarında fark ettiği ama bir isim bulamadığı türden bir durumun tanımı. Spiritüel ego tuzağına düşmüş olmanın getirdiği düşünce ve ona bağlı olan davranış modellerinden bahsetmeden önce, ego ve spiritüellik kelimelerini ayrı ayrı inceleyelim.

Sözlük anlamı ben, benlik olan ego kelimesini birkaç farklı kişinin yorumu ışığında gözden geçirmekte fayda var. 


Ego kelimesi farklı kişiler tarafından farklı şekillerde tanımlanmıştır


MÖ 300’lü yıllarda kaleme aldığı Yoga Sutraları kitabında Patanjali, insan zihninin üç bileşenden oluştuğunu söyler: Manas, Buddhi ve Ahamkara. Manas; zihnin duyular aracılığıyla dış dünyadan topladığı bilgileri kaydetme becerisidir. Buddhi; zihnin dış dünyadan topladığı bilgileri sınıflandıran ayırt etme becerisidir. Ahamkara ise zihnin dış dünyadan topladığı tüm bilgilerin ve tüm sınıflandırmaların kendisine ait olduğunu iddia eden yönüdür. Ve ahamkara kelimesinin karşılığı birçok yorumcu tarafından ego olarak kabul edilmiştir. Yani Patanjali egoyu, zihnin, depoladığı bilgi ve deneyimleri, kendi becerisi olarak görmeye başladığında ortaya çıkan bir hal olarak tanımlamıştır diyebiliriz. 


1923 yılında yazdığı Ego ve İd kitabında Sigmund Freud, insan zihnini üç yapıya böler: İd, ego ve süperego. İd; insanın içgüdüsel ihtiyaç ve dürtülerinin onun psikolojisine yansıyan enerjinin kaynağıdır. Süperego; ahlaki değerler, etik kaygılar ve vicdan gibi duyguları ortaya çıkaran psikolojinin enerji kaynağıdır. Ve id ile süperego doğaları gereği birbirlerine karşı çıkarlar. Ego ise; bu ikisi arasındaki arabuluculuk görevini üstlenen yapıdır. Yani Freud’e göre ego, insanın ilkel arzularıyla vicdanı arasındaki karar mekanizmasıdır. Aslında Freud, ego kelimesini bir bilinçlilik hali ile açıklamıştır. Freud’un bu tanımlaması kelime anlamı olarak bildiğimiz, genel geçer ego tanımı ile örtüşmektedir; ancak başta kendi öğrencileri Carl Jung ve Alfred Adler olmak üzere pek çok kişi tarafından kabul görmemiş ve eleştiri almıştır.


Alfred Adler, insan zihnini parçalara bölmektense bütüncül ve sistematik bir yaklaşım sergilemeyi tercih ederken, Carl Jung egoyu Freud’ten çok daha farklı bir biçimde tanımlamıştır. O, egoyu bilinç ya da bilinçlilik hali olarak değil, bilinçlilik haline ulaşma yolunda katalizör görevi üstlenen önemli bir öge olarak tanımlamaktadır. Jung’a göre ego olmasa tüm duygu, düşünce, anı ve algılarımız bilincimizin içine dolar ve hiçbirini birbirinden ayıramayız. Ona göre ego, kimliğimizin varlığını ve bu kimliğin tutarlılığını sürdürebilmemiz için bilincimize dahil etmememiz gereken duygu, düşünce ve anıları özenle seçen bir çeşit tercih yapma melekesidir.


21’inci yüzyılın spiritüel öğretmeni olarak adlandırılan Eckart Tolle’e göre ise ego, zihinden geçen düşünce dalgalarını gerçek benliğimiz zannetmenin sonucu olarak ortaya çıkan sahte benliktir. Tolle’e göre, hepimizin içinde geçmiş ve gelecek ile ilgili konuşmalar yapan ve bazı görüntüleri bize gösteren bir güç var. Bu gücün adı zihindir. Benlik, zihin ile eş değildir. Zihin, benliğin bir enstrümanı gibi kullanılması gereken zamanda kullanılıp diğer zamanlarda kutusuna konulup kapatılmalıdır. Ancak zihin çok kullanıldığında o zaman benlikten daha belirgin hale gelir ve insan, zihnini gerçek benliği zanneder. İşte o sahte benlik Tolle’e göre egodur.


Spiritüellik kelimesini daha sık duymaya başlayacağımız kesi

Spiritüalizm, Latince ”ruh” anlamına gelen ”spiritus” kelimesinden türetilmiştir ve ruhçuluk, öte alemcilik ya da tinselcilik anlamında kullanılır. Spiritüellik, Tasavvuf’ta da bahsi geçen mana dünyası ile ilgili olmak, fiziksel dünyayı tek gerçek kabul etmemek, görünenin arkasındaki görünmeyen gerçeğin de farkında olmak, bu yolla kendini tanımak ve farkındalığın gelişmesi anlamlarını taşır. Yoga, meditasyon, tasavvuf gibi konularla ilgilenen insan sayısının hızla arttığı şu günlerde spiritüellik kelimesini daha sık duymaya başlayacağımız kesin.


Yoga ve Tasavvuf felsefelerinde bütüncül bir yaklaşımdan söz edilir. Bu bütüncüllük ruh, beden ve zihin bütünlüğü; tüm canlıların aynı kaynaktan geldiğini vurgulayan evrensel bütünlük; geçmiş, şimdi ve gelecek ayrımından bizi kurtaran, aslında her şeyin sadece şimdide var olduğunu ifade eden zamansal bütünlük; insanın dişil ve eril, iyi ve kötü, aydınlık ve karanlık yönlerini kabul etmesini ve bunları dengelemesinin yöntemleri olduğunu söyleyen enerjisel bütünlük gibi aslında düşündükçe her durumun içine yerleştirebileceğimiz ve bizi sonsuz huzur ve mutluluk haline yaklaştırabilecek bir yaklaşımdır.


Aynı şekilde bu bütüncüllük madde ve mana dünyasını birbirinden ayrı tutmamamız, birine diğerinden daha fazla değer vermememiz gerektiğini de vurgular. 


Tüm varoluş biçimleri aynı derecede kıymetlidir


İşte içinde bütüncül yaklaşımlar barındıran birçok felsefede, içine düştüğümüz spiritüel ego tuzaklarından biri budur. Uzun süre yoga ve  meditasyon gibi insanın fiziksel dünyanın ötesindeki gerçek benliği ile irtibat kurmasını sağlayan çalışmalar yapan insanlar, bu durumun doğal bir neticesi olarak, fiziksel dünyanın önemsiz ve kıymetsiz olduğu yanılgısına düşebilirler. Bu noktada fark etmemiz gereken şey, bu düşüncenin bütüncül yaklaşıma tamamen ters olduğudur. Tüm varoluş biçimleri aynı derecede kıymetlidir ve eşit derecede özeni hak eder. Biri diğerinden daha üstün ya da daha anlamlı değildir. Bizler, ne sadece fiziksel dünyanın gerçekleri içinde boğulmalı ne de onlardan kendimizi korumaya çalışarak bir fanusun içine kapanmalıyız. B.K.S Iyengar’a göre, insan kendini fiziksel dünyanın tüm gerçeklerinden soyutlayarak, sadece yoga ve meditasyon yaparak asla gerçek yoga haline varamaz.  


Spiritüel ego tuzağı ile karşılaştığımız diğer bir durum da, bu bütüncül yaklaşımlarla ilgili bilgi ve deneyimlerinin sayısı artan insanların, kendilerini ruhani bir yükselişte hissetmeleriyle gelen, kendileri gibi olmadıklarını düşündükleri başka insanlara bakış açılarıdır. Bizi kendimizle tanıştıran, bizi daha huzurlu ve dengeli bir insan olmaya götüren, hem kendimizle hem de dış dünya ile daha barışık olmamızı sağlayan bir yaşam biçimini sunan bu öğretiler, eğer bizim bu öğretilerle ilgilenmeyen insanlardan uzaklaşmamıza, o insanlarla ilgili yargı cümleleri kurmamıza sebep oluyorsa bazı şeyleri yanlış öğrenmiş olabiliriz.


Zihnimiz bizi sahte bir kimliğin içine yerleştirmiş ve biz bu sahte kimliği kaybetme korkusuyla hem kendimize hem de başka insanlara sınırlar çiziyor olabiliriz. Zihin bizi bu kez ”spiritüel olarak aydınlanmış ve çok fazla şey bilen” bir insan kimliğimizle yönetiyor, biz o kimliği gerçek benliğimiz zannediyor olabiliriz. Bu noktada fark etmemiz gereken şeyse, gerçek bilgiye zihin yoluyla asla ulaşamayacağımızdır. Zihnimizdeki bilgilerin kölesi olmayı tercih edersek, o zihin gerektiğinde bizi kırbaçlamaktan çekinmez. 


Karanlığın içindeki sessiz aydınlık, gözlemleyendir


Patanjali’nin ego tanımı üzerine tekrar düşünürsek; bilgilerimiz kolektif bilincin bizdeki yansımasıdır. Bize ait olduğunu düşündüğümüz her bilgi ve her deneyim insanlık tarihi boyunca, hatta evrenin oluşumundan itibaren toplanarak bize kadar gelir. Ama zihin bize ”Hepsi benim!” dedirtir. 


Nefesi, bedeni ve zihni gözlemleyebilme becerimizi arttırdıkça bu üçü arasındaki bağlantıları daha net görmeye ve zihnin çalışma biçimini kavramaya başlarız. Bu gözlemleme halinde, içeride gözlemlenen ve gözlemleyen iki farklı varlık olduğunu fark ederiz. İşte o karanlığın içindeki sessiz aydınlık, gözlemleyendir. O bizim gerçek benliğimizdir ve kitaplara, cümlelere, deneyimlere, bilgiye, ruhani bir yükselişe, insan üstü bir aydınlanmaya, hayali bir noktaya varmaya ihtiyaç duymaz. O zaten hep oradadır ve sadece hatırlanmayı bekler.


Bora Ercan Surya’dan Patanjali’ye Yoga adlı kitabında şöyle der: 

Yıllar yılı meditasyona oturup bir sonuca ulaşamayabilirsiniz ancak bir saniyede her şey değişebilir. Öte yandan bütün bu ruhani çalışmalar bir yere varmak için yapılıyorsa, varılmak istenene hiçbir zaman varılamayacaktır.

Namaste. (İçimdeki ışık içindeki ışığı selamlar!)


6 Ocak 2019 tarihinde We are the Hippies isimli web sitesinde yayınlanmıştır.

Comments


© 2024 by Sema Bozyel.

bottom of page