top of page

”Bir kum tanesinde dünyayı gör ve kır çiçeğinde cenneti.Sonsuzluğu avucunun içine al ve onu bir ana sığdır.” William Blake


Başlangıçta Logos, Büyük Patlama, İlksel “OM” vardı. Büyük Patlama Teorisi, fiziksel evrenin teklik adı verilen, bir toplu iğne başından milyarlarca kat küçük ve hayal edilemeyecek kadar sıcak ve yoğun olan tek bir noktadan yayıldığını söyler. Fakat bunun nedeninden ya da nasıl olduğundan bahsetmez. Bir şey ne kadar gizemliyse, onu aynı ölçüde anladığımızı varsayarız. Sonunda yerçekiminin genişlemeyi yavaşlatacağı, ya da evreni büyük bir çatırtıyla büzüştüreceği düşünülüyordu. Ancak, Hubble uzay teleskobundan gelen görüntüler, evrenin hızlanarak genişlemeye devam ettiğini gösteriyor.


Her şey birbirine görünmez ağlarla bağlıdır


Evren, Büyük Patlama’dan beri git gide artan bir hızla büyümekte. Her nasılsa, evrende fizikçilerin öngördüğünden daha fazla kütle bulunuyor. Fizikçiler kayıp kütleyi açıklayabilmek için evrenin sadece yüzde 4’ünün atomik maddeden, bir diğer deyişle, bizim normal kabul ettiğimiz maddeden oluştuğunu söylemeye başladı. Daha önce boşluk olduğunu düşündüğümüz evrenin yüzde 23’ünü karanlık madde, yüzde 73’ünü ise karanlık enerji oluşturmakta. Tıpkı bütün evrene ulaşarak her şeyi birbirine bağlayan görünmez bir sinir sistemi gibi.


Eski Vedik öğretmenler ”Nada Brahma” anlayışını, yani evrenin titreşimden ibaret olduğunu öğretirlerdi. Tüm gerçek spritüel deneyimler ve bilimsel araştırmalar aynı titreşimsel alanı işaret eder. Azizlerin, Budaların, yogilerin, mistiklerin, rahiplerin, şamanların, kahinlerin kendi içlerine bakarak gözlemledikleri şeyi… Ona tarih boyunca Akaşa, İlksel Om, Indra’nın mücevher ağı, kürelerin müziği ve daha binlerce farklı isim verilmiştir. Bu alan, bütün dinlerin ortak temeli ve iç dünyamız ile dış dünyamız arasındaki bağlantıdır.


“Evrenin kumaşı birlikte örülmüştür”


3’üncü yüzyıldaki Mahayana Budizmi’nde, günümüzün ileri seviye fiziğinden çok da uzak olmayan bir kozmoloji tanımı yapılmıştır. Indra’nın mücevheri, çok daha eski bir Vedik öğretiyi tanımlamak için kullanılan bir metafordur. Bu metafor der ki: ”Evrenin kumaşı birlikte örülmüştür. Tanrıların kralı Indra, güneşi doğurmuştur ve rüzgâr ile suları hareket ettirir.”


Tüm boyutlara ulaşan bir örümcek ağı hayal edin. Bu ağ, çiğ damlalarıyla kaplı olsun. Her bir çiğ damlası, diğer tüm çiğ damlalarının yansımasını içerir ve yansıyan bütün çiğ damlalarında da, diğer bütün çiğ damlalarının yansımalarını bulursunuz. Bu ağın tamamı, tüm yansımaları ile birlikte, sonsuzluğa kadar uzanır. Indra’nın ağı, holografik bir evren olarak betimlenebilir. En ufak bir ışık demeti bile, bütünün eksiksiz örüntüsünü kapsar.


Tesla da bu alanı Akaşa olarak adlandırmıştır


Sırp-Amerikan bilim insanı Nikola Tesla’dan, kimi zaman “20’inci yüzyılı icat eden insan” olarak bahsedilir. Tesla, alternatif akım elektriğin ve günlük hayatımızın bir parçası olmuş daha pek çok icadın arkasındaki isimdir. Eski Vedik geleneklerine olan ilgisinden dolayı, bilimi algılayış biçimi açısından hem doğu hem de batı prensiplerine göre benzersiz bir konumdaydı. Tüm büyük bilim insanları gibi dış dünyanın gizemleri ile derinlemesine ilgiliydi, fakat aynı zamanda kendi iç dünyasını da derinlemesine inceledi. Eski yogiler gibi Tesla da her şeyi kapsayan bu eterik alanı tarif etmek için ”Akaşa” terimini kullandı. Tesla, Yogi Swami Vivekananda ile birlikte çalışmıştı. Vedik öğretilerde Akaşa, boşluğun kendisidir; titreşimle eş zamanlı olarak var olan, diğer elementlerin doldurduğu boşluktur. Boşluk ve titreşim birbirinden ayrılamaz. Akaşa Yin, Prana ise Yang’dır.


Doğanın kendisi tarafından yaratılmış bir sanat eseri


Akaşa’yı, bir diğer deyişle temel maddeyi anlamamızda bize yardım edebilecek modern kavramlardan biri, fraktallardır. Bilgisayarların 1980’lerdeki gelişimine kadar doğadaki örüntüleri gerçek anlamda canlandıramıyor ve matematiksel olarak tekrarlayamıyorduk. Fraktal terimi 1980 yılında, sınırlı bir çerçeve içinde tekrarlandıklarında, sonsuz sayıda değişken matematiksel ya da geometrik formlar oluşturan bazı basit eşitlikler üzerinde çalışan matematikçi Benoit Mandelbrot tarafından bulundu. Sınırlılar, ama aynı zamanda da sonsuzlar. Bir fraktal parçalara bölünebilen ve bölündüğü her bir parça -en azından yaklaşık olarak- bütün örüntünün küçültülmüş bir kopyası olan pürüzlü bir geometrik şekildir. Bu niteliğe özbenzerlik adı verilmiştir. Mandelbrot’un fraktalları ”Tanrı’nın parmak izi” olarak adlandırılmıştır. Doğanın kendisi tarafından yaratılmış bu sanat eserinin görüntüsünü aşağıda görebilirsiniz.


Mandelbrot figürü belli bir yönde çevrildiği takdirde, bir çeşit Hindu Tanrısı veya Buda’yı andırır. Bu figüre ”Buddhabrot Figürü” adı verilmiştir.


Eğer bazı antik sanat ve mimari ögelere bakarsanız, insanların güzellik ve kutsallığı çok uzun zaman önce fraktalların örüntüleriyle bağdaştırmış olduklarını görürsünüz.


Son derece karmaşık ancak yine de her bir parça bütünü tekrar oluşturmak için gerekli olan tohumu içeriyor.


Zaman-mekân matrisinin içe gömülü zekası


Fraktallar, matematikçilerin evrene ve evrenin nasıl işlediğine dair görüşlerini değiştirdi. Her yeni büyütme seviyesinde, asıl parçaya kıyasla, bazı değişiklikler gözlemlenir. Bir fraktal ayrıntı katmanından diğerine geçerken, sabit katsayı değişim ve dönüşümleri meydana gelir. Bu dönüşüm, kozmik sarmaldır. Zaman-mekân matrisinin, içe gömülü zekâsıdır.


Fraktallar doğaları gereği kaotiktir; yani aynı anda hem parazit, hem de düzen içerir. Zihnimiz bir örüntüyü fark ettiğinde ya da tanımladığında, bunu bir nesne olarak algılayarak ona odaklanırız. Güzel olduğunu düşündüğümüz örüntüleri bulmaya çalışırız. Ancak bu örüntüleri aklımızda tutabilmek için, fraktalın geri kalanını bir kenara bırakmak durumunda kalırız. Bir fraktalı duyularımızla algılamaya çalışmak, onun hareketini kısıtlamaktır. Evrendeki enerjinin tamamı nötr, zamansız ve boyutsuzdur. Bizlerin yaratıcılığı ile örüntüleri fark etme kapasitesi, mikrokozmos ile makrokozmos arasındaki bağın ta kendisidir.


“Beni isimlendirirsen hükûmsüz kılarsın”


Gözlem, düşüncenin doğasında var olan ve sınırlamalar vasıtasıyla gerçekleşen bir yaratım eylemidir. Nitelendirir ve isimlendirirken aslında nesnelerin katılığını oluşturan illüzyonu yaratıyoruz. Filozof Kierkegaard, “Beni isimlendirirsen, hükûmsüz kılarsın” demiştir. “Bana bir isim, bir tanım atfettiğin takdirde olabileceğim tüm diğer şeyleri hükûmsüz kılarsın. Bir taneciği saptayarak ve isimlendirerek onu kilitlersin, ancak bir yandan da varlığını tanımlamak suretiyle, onu yaratmış olursun.”


Yaratıcılık, bizlerin mutlak doğasıdır. Nesnelerin yaradılışı, beraberinde katılık illüzyonunu yaratan zaman kavramını getirir. Einstein, boş uzay olduğunu düşündüğümüz şeyin hiçlikten ibaret olmadığını, bu şeyin kendine has nitelikleri olduğunu ve uzayın doğasının temelinde neredeyse akıl almaz büyüklükte bir enerjinin yattığını fark eden ilk bilim insanı olmuştur. Tanınmış Fizikçi Richard Feynman bir seferinde, “Uzayın tek bir metre küpü, dünyanın bütün okyanuslarını kaynatabilecek kadar enerji barındırır” demiştir. Deneyimli meditasyoncular, evrendeki en büyük gücün, dinginlikte olduğunu bilirler.


Buda’nın bu temel madde için kullandığı bir tabir vardır: Kalapas. Buda’nın “Kalapas” olarak tanımladığı şey, saniyede trilyonlarca kez yükselen ve sona eren minik parçacık ya da dalgacıklardır. Bu bakımdan, gerçekte olan şey, bir süreklilik illüzyonu oluşturmak için holografik bir kameradan hızla geçen bir dizi görüntü karesidir. Bu illüzyon, ancak zihin tam anlamıyla durgunlaştığında anlaşılır çünkü zihin, bu illüzyonu devam ettiren şeyin kendisidir.


Sanatçı ve sanat eseri birbirinden ayrılamaz


Var olan her şeyin titreşim olduğu gerçeği, Doğu’nun eski geleneklerinde, binlerce yıldır anlaşılagelmiştir. “Nada Brahma”, “Evren sestir” anlamına gelen Sankskrit dilindeki bir sözdür. “Nada” kelimesi ses ya da titreşim anlamına gelir. ”Brahma” aynı anda hem evren hem de yaratandır. Sanatçı ve sanat eseri birbirinden ayrılamaz.


Eski Hindistan’da bulunan en eski yazıtlardan biri olan Upanişadlar’da, “Yaradan Brahma, bir lotusta otururken gözlerini açar ve dünya birden var olur. Brahma gözlerini kapar ve dünya birden yok olur” der. Eski mistikler, yogiler ve kahinler, bilincin kök seviyesinde, her bilginin var olduğu bir alan olduğunu savunmuşlar. Bu alana ”Akaşik Alan”, bu alanda depolanmış bilgilere de ”Akaşik Kayıtlar” diyoruz. Bütün bilgi, geçmiş, şimdi ve gelecekte yaşanan tüm deneyimler, şu anda ve sonsuza dek vardır. Bu, var olan her şeyin doğduğu alan ya da matristir. Atom-altı parçacıklardan galaksilere, yıldızlar, gezegenler ve bütün canlılığa kadar her şeyin var olduğu alandır.


Hiçbir şeyi kendi bütünlüğü içinde göremezsiniz. Çünkü her şey çok sayıda titreşim katmanından oluşmuştur. Sürekli bir biçimde değişmekte ve Akaşa ile bilgi alışverişinde bulunmaktadır. Bir ağaç gün ışığını, havayı, yağmuru, toprağı içer. Bir enerji denizi, ağaç adını verdiğimiz şeyin içine ve içinden dışına akar. Düşünüp duran zihin durgunlaştığında, gerçekliği olduğu gibi ve tüm yönleriyle görürsünüz. Ağaç, gökyüzü, yeryüzü, yağmur ve yıldızlar birbirlerinden ayrı değildir. Yaşam ve ölüm, bir insan ve diğerleri, birbirlerinden ayrı değildir. Tıpkı bir dağ ile vadinin birbirinden ayrılamayacağı gibi.


Kızılderili ve diğer yerli geleneklerinde, her şeyin bir ruhu olduğu, yani diğer bir deyişle, her şeyin tek bir titreşimsel kaynağa bağlı olduğu söylenir. Her şeyin içinden akan tek bir bilinç, tek bir alan, tek bir güç vardır. Bu alan varlığını senin etrafında değil, seninle birlikte ve sen olarak sürdürür. Evren, “Sen”sin. Yaradılışın kendini izlediği gözler “Sen”sin. Bir rüyanın ardından uyandığında, rüyadaki her şeyin, aslında sen olduğunu fark edersin. Onu sen yaratmışsındır. Sözde gerçek yaşam da bundan farklı değildir. Herkes ve her şey “Sen”sin.


Her bir gözden, her bir kayanın altına, her bir parçacık vesilesiyle bakan tek bir bilinç.


Namaste. (İçimdeki ışık içindeki ışığı selamlar)


Inner Worlds Outer Worlds adlı belgeselin ilk 17 dakikasının çevirisidir.


12Nisan 2019 tarihinde We are the Hippies isimli web sitesinden yayınlanmıştır.

Comments


© 2024 by Sema Bozyel.

bottom of page